Benlik Üzerine Boş Yapmalar
Einstein, ünlü İzafiyet Teorisi’nde tanımladığımız zamanın, maddenin yoğunluğunun emrinde olduğundan bahsederken, bir maddenin yoğunluğu ne kadar yüksekse o madde için zamanın daha ağır akacağından bahseder. E=mc² ile tanımlayabileceğim bir formülü olmasa da benim izafiyet teorim tam olarak buradan besleniyor. Çünkü benim izafiyetimde cümleler kişinin benliğinin yoğunluğuna ve derinliğine göre anlam kazanıyor. Bana göre bir kişinin benliği ne kadar köklü ve yoğunsa, anlam arayışı, arayışından anladıklarını tanımlama isteği aynı oranda artış gösteriyor. Benim için ise bu süreç yazıdan ve müzik dinlemekten geçiyor. Kendimce algıladığım dünyayı ve benliğimi kelimeler yoluyla ya da müzik dinlerken tanımlayabiliyorum.
Bu arada, tabi ki de iddia ettiğim şey benliğinin derinliğini keşfetmiş insanların, keşfetmemişlere göre daha iyi olduğu değil. Pekâlâ tanımladığım bir insan da oldukça kötü ve şeytani emellere sahip birisi olabilir. Sahip olduğu zenginliği oldukça ahlaksızca ve iğrenç şekillerde harcayabilir. Dikkat çekmek istediğim nokta, benliğini -dolayısıyla kendini- tanımaya uğraşan insanın kendi zenginliklerinin de farkında olacağı yönündedir. Kendi benliğinin arayışında olan kişi derine indikçe serveti artan zengin bir insandır.
Mesela bu sebeple, ne zaman ihtiyacım olduğunu hissetsem yazı yazıyorum. Sadece kendi duygu ve düşüncelerimi 3. bir ağızdan duymakla kalmıyor, zaman içindeki değişimimi de görüyorum. Mesela aşağıdaki iki yazı arasında 1 yıllık bir zaman var.
Benlik Üzerine (22 Mayıs 2020)
“Derin bir nefes alıp gözlerimi açarken tüm algımı iç dünyamdan dış dünyaya yönlendirdiğimde, insanların hayatlarını devam ettirmek için attıkları her bir sefil adım savaş meydanındaki şarapneller gibi delip geçmiştir benliğimi. Bu şarapnel parçaları ki her kalabalığa girdiğimde damarlarımda akan kanın şiddetini arttırmış, gözlerime gri perdeler indirmiş ve insanlara olan yabancılığımı kendi benliğime izdüşümlemiş ve uyur gezer tepinebileceğim yolları bana kör etmiştir. Tüm bunların üzerimde bıraktığı etki bazen o kadar yoğunlaşır ki baktığımı göremez, işittiğimi duyamaz, hale gelirim. Söylenen her bir kelime bir hayaletin fısıltısı gibi kulağımda yankılanırken gördüklerim ise yıllarca badana almamış bir evin duvar boyası kadar soluklaşır.”
Benlik Üzerine-2 (18 Haziran 2021)
“Uzun zamandır ilk kez hayatımın bir evresinde flörtüm/ sevdiğim/ hayalini kurduğum/ özlediğim kimse yok. Bu durumla beraber gelen harika bir özgürlük hissinin yanında, amansız bir boşluk da kaçınılmaz oluyor. Ve tabi benliğimi öteki benlikler üzerinden görmeye kadar alışmışım ki kendi kendime olunca çıplak kalmışım, bu yüzden kendimi yabancılıyorum ve tanımlayamıyorum. Ama bu tanımlayamayı nasıl tanımlayabileceğim hakkında da bir fikrim yok. Aslında -tam tanımı olmasa da- benliğimin kendime olan bu tanımsızlığı, derinliği bilinmeyen bir kuyuya taş atılmasına benziyor. Kuyuya düşmesi için bir taş bırakılıyor, taş düşüyor, düşüyor ve düşüyor ama o taş kuyunun dibindeki su ile asla kucaklaşmıyor. Atılan ilk taşın ardından onlarca, yüzlerce taş atıp taşın su ile kavuşma sesini bekliyorsunuz ama bu asla olmuyor. Kuyunun dibi var mı? Bilinmiyor. Taşlara ne oldu? Bilinmiyor.”
İlk yazıyı yazdığım zamanlar sahip olduğum duygusal yoğunluk, kendimi tanımlarken yaptığım betimlemelerin koyuluğuna -kaçınılmaz olarak- yansımış. İkinci yazıyı yazdığım zamansa genellikle negatif olan duygularımın yoğunluğunun yerini, mantığımın geri döndüğünün işareti olan sorgulamalar almış.
Benliğimi tanımlamak için bir şeyler üretiyorum ve böylece bir senelik zaman dilimi içinde gerçekleşen değişimi yalnızca 2 farklı yazı üzerinden bilealgılayabiliyorum. Kısacası kendi benliğimi tanımlarken yolumu kaybetmemek adına, yol üzerine ekmek kırıntıları döküyorum.
“Söz vermiştim kendi kendime: yazı bile yazmayacaktım. Yazı yazmak da bir hırstan başka neydi? Burada namuslu insanlar arasında sakin ölümü bekleyecektim. Hırs, hiddet neme gerekti? Yapamadım. Koştum tütüncüye, kalem kâğıt aldım. Oturdum. Adanın tenha yollarında gezerken canım sıkılırsa küçük değnekler yontmak için cebimde taşıdığım çakımı çıkardım. Kalemi yonttum. Yonttuktan sonra tuttum öptüm. Yazmasam deli olacaktım.”
(İtiraf: Sait Faik alıntısı paylaşmamın tek nedeni yazının sonunu bağlayamamış olmam.)